18 Mart 2014 Salı

Bitmeyen Ömür

Bir çocuk şefkatiyle okşanmalı hayat. Masaya usulca bırakılan bardağın tıkırtısı kadar sakin yaşanmalı. Yine de yarin saçında nazikçe dolanan parmaklar hayatın tam bağrına saplanmalı. Yırtmalı o bağrı. İnsan ömrünü hayatın bağrından kazıyarak almalı. Ancak o zaman ciğerine dolan nefesi hak edebilir. Ve ancak o zaman, kalbine pompalanan kanın hakkını verebilir.

İnsan değil mi devreden dünyanın kendisine hizmet ettiğini söyleyen? Göğü delen ulu ağaçları, neşeyle ve dingin yaşayan hayvanları, hatta gözle görülmeyen madde ve madenleri kendi için kullanan? Irmakları ve nehirleri ıslah eden? Öyleyse insan her günü dolu dolu yaşamalı. Attığı her adım sadece karınca yuvalarını değil, diktiği koca koca gökdelenleri bile titretmeli. Düşünürken kendinden bile korkmalı. Hayalini hep hayal edilemeyecek ufuklara kurmalı.

Ömür denen o ince çizgi hak edildikten ve hayaller görülmez ufuklara kurulduktan sonra insan, başkalarına saygı duymalı. Başkalarına yardımcı olmalı. Avından karnı doyan aslanın kalanı sırtlanlara bıraktığı şu dünyada insan, bir aslandan daha cömert olmalı. Beka insana özgü değil. Ölüm en az ömür kadar gerçek. Ve hayatın bağrından tırnaklayarak çıkarılan ömür, başka ömürlere ömür kattığında yaşanmış olur ancak. Bir yoksulun karnı doyunca, bir çocuğun yüzü gülünce, bir adamın işi olunca ömür, insan ömür olur.

Bir başkasına yardım etmekten korkmamalı insan. Cebinde paranın bitmesinden ürkmemeli. Statüsünün düşmesinden çekinmemeli. Birini mutlu etmek uğruna uğraşmaktan üşenmemeli. Çünkü ölüm, üç metrelik beze sarılmadan önce soğuk bir taşın üzerinde yatmak demek. Çünkü ölüm, mutlu ettiğin her yüzün ardından gülerek bahsetmesi demek.

Kanın bir başkasına can olurken ölüm, aslında ömür demek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder