21 Ağustos 2015 Cuma

Teessüf ve Rica: Hala Geç Değil!

Dünya'nın Güneş etrafında dönmesi kadar saçma bir iddiayı kabullenen cahillere gerçekten acıyorum. Güneş kim sevgili okur? Güneş kimin köpeği de koskoca Dünya onun çevresinde dönecek? Bunca yaratık, kocaman bir ekosistem ve fikirlere ev sahipliği yapan Dünya, tek işlevi ısı ve ışık yaymak olan cansız, tatsız-tuzsuz bir nesnenin etrafında mı dönecek yani? Hem de etrafında dönebileceği yıldızların bile kıskandığı insan(duruma göre -lar) varken. Trajikomik ve bilimsellikten uzak bir iddia...

İslam alemi tarafında uzun yıllar özlem ile beklenen Mehdi olduğu iddia edilen, tek bir "one minute" ile koskoca İsrail'e ayar veren, doğduğu şehir de mübarek olan ve hatta Hz. Muhammed'den sonra bir peygamber daha gelecek olsa, bu şerefin tartışmasız bir şekilde onun olacağına inanılan bir zat-ı muhterem aramızda yaşarken, yukarıdaki önermeye hala daha inanıyor olmak komiktir. Böyle komik bir iddiaya da yalnız cahil ve zavallılar inanabilir. Şöyle düşün sevgili okur: Bir adam doğuyor. Sonra şiir okuduğu için hapse giriyor. Kendisine muhtar bile olamazsın deniliyor. Sonra bu adam Allah'ın yardımıyla önce hapisten çıkıyor, sonra başbakan ve akabinde cumhurbaşkanı oluyor. Söyle Allah aşkına, bu adama yüce yaratıcı yardım etmemiş olsa nasıl bu kadar şey başarabilirdi ki? Allah istemese bu adam nasıl bu kadar büyük ve başarılı olabilirdi?

Zamanımızda yaşayan böyle büyük bir evliyaya sahipken, bu evliya konuşmalarına elinde Kur'an ile çıkacak kadar Müslüman iken, hatta ve hatta zat-ı şahaneleri Filistin'de, Afrika'da ölen din kardeşleri için gözyaşlarını tutamıyor iken nasıl olur da kendisini hem bu ülkenin, hem de tüm İslam aleminin tek yöneticisi olarak tayin etmeyiz? Böyle dindar, böyle tok gözlü, böyle mütevazı, böyle vatansever bir insan nasıl olur da başkan olmak isteyip de olamaz?

Deniyor ki başkan olabilmek için ülkeyi kaosa sürüklemekten kaçınmıyor. Saçmalık! O sadece bize kendisi olmazsa ülkenin ne hale geleceğini göstermeye çalışıyor. Teröristler ile en başta anlaşmayı kendisi sağlamadı mı? Dağdan inenleri sınır kapısında davul zurnayla karşılamadı mı? HDP'nin İmralı görüşmelerine zemin hazırlamadı mı? Hazırladı. Çünkü kan dursun istedi. Sonra ne oldu? Halk kanın durmasının esas sebebini unuttu; zat-ı muhteremlerini! O da elini ayağını barış görüşmelerinden çekip, alın işte ben olmasam böyle olacaktınız dedi sadece. Şehitlere Allah'tan rahmet, ailelerine baş sağlığı dilerim ama, Müezzinoğlu'nun da dediği gibi, eğer hazretleri başkan olabilse idi bu kanın hiçbiri dökülmeyecekti. Oh oldu Kürt olmadığı halde HDP'ye oy verenlere. Şimdi görürler dünyanın kaç bucak olduğunu.

Eklemek istediğim başka bir mesele daha var. Buradan zat-ı mükemmellerinin partisine oy vermeyen tüm Müslüman kardeşlerime teessüf ederim. O ki İslam alemini tek bayrak altında toplama kudretine sahip tek lider. O ki dilinden Kur'an, alnından secde eksik olmaz bir insan. O ki yalancı siyasetçilerin arasında halkına hiç yalan söylememiş, harama el uzatmamış, adam kayırmamış, torpil yapmamış, ihaleye fesat karıştırmamış, zimmetine para geçirmemiş insanüstü siyasetçi. Nasıl olur da gider başka partilere oy verirsiniz? Nasıl olur da oyları böler, zat-ı hürmette kusur edilememesi gerekenin başkanlık şansını elinden alırsınız? Bakın ülke ne duruma geldi şimdi? Ya bize küserse? Ya bizi yalnız başımıza bırakır da ülkeden giderse? O zaman ne yaparız hiç düşündünüz mü! Rica ederim erken seçimlerde elinizi vicdanınıza koyun ve salim bir kafayla oy kullanın.

Çünkü şu an akan kanın büyük bir kısmı sizin de ellerinize bulaşmış vaziyette.

28 Mayıs 2015 Perşembe

Egolu Keko

En güzel rüyanın en heyecanlı yerinde kafasından aşağı düşüncesizce bir bardak su boşaltılmış uyku-sever bir ademin uyandığında gırtlağından çıkan o ilk nida tonundaki bir çığlık kulağımda tekrar tekrar dönüyormuş da beni rahat bırakmıyormuş gibi bir ruhsal huzursuzluk var içimde. Uykusuz geceler boyu yaptığım mesailerden bir haftalığına kaçıp o mesailerden daha zor olması huzursuz edici olan akademisyenler ile uğraşma eyleminden her geçen saniye daha fazla bunalmaya başladığımdan beri bu böyle.

Aslında aklımda iki soru var. Birincisi ve esas önemli olanı -genelde esas önemli olanı ikinciye bırakılır, ben neden birincide söylediğimi bilmiyorum- hayat yedi yaşındaki iki çocuğun rüzgara karşı kim daha uzağa kadar işeyecek diye iddiaya tutuşup üzerlerine işemeleri ile son bulan saçma bir yarış gibi egolarını öğrencileri ile yarıştıran akademisyenler kadar egoist makam sahiplerini mutlu etmeye çalışarak mı devam edecek? Bu sorunun cevabından öyle korkuyorum ki, egolardan aynı derecede korksaydım evden dışarı adım atmaz hatta bacaklarıma örttüğüm battaniyeyi yapan şirket sahibinin egosundan korktuğum için battaniyenin altına girmezdim.

İkinci soruya gelince; geceleri yapmam gereken bir iş olduğunda hemen aklıma blog yazmanın geliyor olması benim milyonda bir 'görülmeyen' tembellik hastalığına kapıldığımın sadece ufak bir göstergesi değilse nedir?

Sürü halinde dolaşıp oluşturduğu popülasyonla kendinden binlerce kat büyük insanoğluna "aman ağzıma burnuma girmesin" korkusu yaşatan kör sinek sürüsü kadar kendini rüzgara bırakıp bulduğu insanoğluna saldıran egoistler güruhunu saygıyla selamlarken, beş altı cümlelik bu yazımı okumaya üşenmeyen işsizler güruhuna da sevgi ve hürmetlerimi göndermeyi bir borç bilirim.

Esen kalın.

12 Nisan 2015 Pazar

Buraya Kadar

Birçok şeyi hazmettim bugüne kadar. Uğradığım ufak tefek haksızlıkları görmezden geldim. Sınırını bilen her güç sahibine saygı duydum. Hatta ufak tefek aptallıkları bile görmezden geldim. Zira hayat böyle küçük hesaplar peşinde koşarak heba edilmeyecek kadar kısa ve değerli. Bu sebeple hep geleceğe, gelecekte göreceğimi umut ettiğim güzel günlere inanarak yaşadım. Ama buraya kadar! Gözlerim yorgunluktan patlamış ve beynim sürekli tekrarlanan bilgileri en baştan okumaktan yorulmuş olmasına rağmen yazıyorum!

İş hayatı, acentelik eğitimi, üniversite, sınavlar, bitirme tezi ve şahsi meseleler ile uğraşırken kapımın dibine gelip gürültüsüyle beni her türlü odaklanmadan uzak tutan seçimlerden ve siyasetten bahsedeceğim. Geçtiğimiz iki üç ay süresince kendimi uzak tutmak için çabaladım durdum. Bana ne dedim. Ne halt yerlerse yesinler dedim. Daha zamanı var, kısa vadeli hedeflerime odaklanayım dedim. Fakat görünen o ki günümüz ülke siyasetine değinmeden herhangi bir şeye odaklanmak mümkün olmayacak.

Ben uğraşıyorum sevgili okur. Koşturuyorum. Mal gibi oturmak yerine kendimi geliştirmek için çabalıyorum. Boğazımdan bir kuruş haram lokma geçmesin diye yaptığım her işin hakkını vermek için didiniyorum. Okulumdan alabildiğimin en iyisini alayım diye çalışıyorum. Günümüz kültürünü, siyasi yapısını, gençlik akımlarını, dünya siyasetini ve ekonomi politikalarını araştırıyorum. Ve belki de bu sebepten şu an yatağa girip tek derdi yorganın içini ısıtmak olan sıradan bir insan olamıyorum.

Sabahın köründe kalkıp işe giderken köşede bir dilenci; sadece oturup kendini acındırarak benden daha fazla para kazanacak. Patrona, öğretim görevlisine yapmacık kahkahalarla yanaşan kişi; göt yalayarak benden daha iyi bir yere gelecek. Allah bilir tarla sürmesini bile bilmeyen "yüksek çiftçi"; milletvekili olup yedi sülalesini ihya edecek. Gece rakı aleminde sabah dindar kimlikteki gazeteci; hükümet yanlısı iki kelam yazıp yüksek prestij edinecek.

Bütün bunları kredi kartı borcu, tabulaştırılmış Allah inancı, zaman yoksunluğu ve eğitim eksikliği yüzünden görmeyen, göremeyen işçi; oyunu atıp "oh be ne de güzel yaptım, Türkiye'nin ilerlemesine inanılmaz katkı sağladım" diyecek.

Bu ülke bin lira maaş alan emekliye kırk lira zam yapılırken, on beş bin lira maaş alan milletvekili emeklisine yedi yüz kırk lira zam yaparak mı ilerleyecek?

Bu ülke tarihi göçebelikle, incili kaftanlı efsaneleriyle, Ömer gibi halifeleriyle doluyken bilmem kaç milyon/milyara yapılan, bardağı bile bin lira olan bir sarayla övünerek mi ilerleyecek?

Bu ülke faiz ile, kumar ile, manipülatif piyasa vurgunları ile, sedası arşa ulaşmış yolsuzlukları ile uğraşmadan mı ilerleyecek?

Bu ülke komşularını öteleyerek, muhalefetini iteleyerek, hükümet karşıtlarını kötüleyerek, teröristleri besleyerek mi ilerleyecek?

Allah'ını seven söylesin; bu ülke onca emek verip okutulan, okumak için yırtınan ve bir yerlere gelmek için çabalayan gençleri boğaz tokluğuna çalıştırarak, sistemde dönen alelade bir çark haline getirerek, zekasını ve tazecik dimağını kullanmasına izin vermeyerek ve hatta okuduğu için, doğruları görmeye başladığı için kötüleyerek mi ilerleyecek?

Ben yirmi beş yaşındayım ey Adem! Ben senin gözünde belki henüz çocuğum. Bir çocuğun bile gördüğü şeyi görememekten utanmaz mısın? Eğer gözünde çocuk değil isem, okumuş bir adamın sözlerine inanmaz mısın? Ben ne yüksek çiftçiyim, ne yüksek gazeteci, ne de yüksek şarkıcı. Ben ilkokul mezunu bir annenin, esnaf bir babanın altı senedir okuyan, iki aydır çalışan oğluyum. Ve inan sana karşı öfke doluyum. Nasıl görmezsin? Nasıl etten kemikten insanlara kendinden çok güvenirsin? Nasıl beşer şaşar demezsin?

Kaldır kafanı da bir bak artık etrafa. On iki sene oldu, gözün bağlı başın önde yürüyorsun. Kaldır kafanı da bir bak, neler oldu sen bakmıyorken. Kaldır da gör; inşaatta ölenleri, boş yere ötelenenleri, makamını hak etmeyenleri.

Koltuğa, makama, etten kemikten bir insana adeta tapanlara bir "hop" demenin zamanı gelmedi mi?

23 Ocak 2015 Cuma

Tasalanma

Tasalanma. Tasalanmak zekilere has bir duygu. Sen iki ile ikiyi çarpamazsın küçük. Donunda dışkı lekesi varken tasalanma. Tasanın insana kattığı ciddiyet sana iki beden büyük. Sen oyun oyna. Umursamaz ol. Tek derdin yarın bilgisayar oyununda yeneceğin asosyal arkadaşların olsun. Paraya tasalanma. Vatana tasalanma. Millete tasalanma. Dine, tarihe, ananeye tasalanma. Burnundan akan yeşil renkli sümüğe tasalan. Hatta ona bile tasalanma, bırak annen tasalansın. Zaten annenin tasalanacağı pek bir şey olmamalı. O da akşam yapacağı yemeğe tasalansın. Burnundan akan yeşil sümüğe, notlarının düşüklüğüne, kozmetik zamlarına tasalansın. Bıyığından başka ne tasası olur ki annenin? Ama baban kendi bıyığına tasalanmasın. Arabasından gelen sese tasalansın. Annenin yaşlanmasına, tuttuğu takıma, maaş zammına tasalansın.

Herkes kendi görevine tasalansın küçük. Kimse başkasına tasalanmasın. Neden tasalansınlar ki? Adalet mahkemenin, siyaset meclisin görevi değil mi? Ölen de kendi çocuğun olmadıktan sonra tasalanıp üzülmenin mantığı nedir ki?

Bir KORKMAZ geçti bu hayattan ama sen tasalanma küçük. Ön sırandaki kız saçıni çektin diye şikayet ettiğinde tasalan. Ali İsmail kimsenin tasası değil. Kimse tasalanmasın. Adalet hiç beklenmeyen anda aniden gelir!

11 Ocak 2015 Pazar

Koku

Hayat düzen üzerine kurulu. Üç yüz altmış beş günlük devir bir yıl ediyor. Günler birbirini kovalıyor. Ağaçlar tomurcuklanıyor, çiçek açıyor, meyve veriyor, sararıyor, yaprak döküyor ve bunu tekrarlıyor. Penguenler her sene aynı yerde yumurtluyor. İnsanlar da doğanın bu uyumunu sığdırdıkları ufacık kol saatleriyle kendi düzenlerini kuruyor. Kahvaltı ediyor, işine gidiyor, duşunu alıyor ve yatıyor. Ne yazık ki ben bu düzene en çok sahip olmam gereken zamanda, final zamanında, düzen kurmak bir yana uyuyamıyorum bile.

Uyku huzur gerektirir. Fiziksel olarak olağanüstü yorgun değilsen, huzursuz isen, bir yığın derdin varsa uyumak zordur. Yatağa girince tek yaptığın sağdan sola dönmek, yorganı düzeltmek, gözlerini tavana dikmek ve hatta çaresizce yataktan kalkıp salona gitmek olur.

Kötü alışkanlıklar listeme özlem seçeneği girdiğinden beri uyumakta zorluk çekiyorum. Konuşmakta da zorluk çekiyorum. Gülmekte de. Hatta yürümekte de. Şöyle bir düşününce genel olarak yaşamakta zorluk çekiyorum. Hayat yolculuğuna yeni başlamış bir gezgin için çıkına konulması gereken son şey özlemek sanırım.

Mutluluk nasıl kokar bilir misiniz? Öyle cafcaflı cümlelerle ifade edildiği gibi değil. Mutluluk güneşli bir sabaha uyanıp pencereyi açtığında ciğerine çektiğin ilk hava gibi kokar. Yalın, sıcak ve tertemiz. Peki özlemek nasıl kokar? Yemyeşil bir yaylada gezerken tesadüfen bulduğun tahtaları çürümüş eski bir barakanın içine girdiğinde aldığın nefes gibi. Ağır, soğuk ve rutubetli. Mutluluktan özleme geçiş bu sebeple çok zor olur işte. İnsan bir anda oksijen eksikliği çeker. Sağlıklı düşünemez. Kısa süreli bir şok geçirir.

Neyse. Siz beni çok ciddiye almayın. Biraz oksijen eksikliği yaşıyorum.

4 Ocak 2015 Pazar

Uzuvsal Ötenazi

Özlemek fiil değil. His de değil. Özlemek ayrı bir organizma. Vücudun bir parçası. Üstelik sürekli ağrıyan bir parçası. Öyle ağrır ki ilaç da kar etmez doktor da. Gitsen, özlemim ağrıyor desen hastane bile buyur etmez.

Özlemek farklı, değişik. Tabirsiz rüyalar bütünü. Korkunç rüyalar. Şeytanlarla, canavarlarla dolu rüyalar... Eciş bücüş figürlerden değil, yalnızlıktan korktuğun rüyalar...

Özlemek ağrıyan bir parçam ya şimdi... Beni tarifsiz hislere sürüklüyor ya hani... Koca kalabalıkların ortasında yalnız hissettiriyor ya kendimi... Ne biter ne yetmez gibi... Ne kalır ne gitmez gibi... Arada bırakıyor ya beni... Ne bileyim işte... Bir fenayım gece vakti.

Özlemek... Mümkünse uzuvsal ötenazi... Olmaz değil mi?