Sen kafanı kaldırdığında yıldızları küçücük görürsün. Ama yıldızlar dünyaya baktığında seni görmezler bile...
Hayvanları katlederken evrenin efendisi olduğunu iddia edersin. Ama hasta olduğunda beyinsiz, mikroskobik yaratıklarla baş edemezsin...
Kainata saygın yok. Bitkilere, hayvanlara, sonsuz evrende, senden bilmem kaç milyon ışık yılı uzaktaki dünyalara, hatta kendi ırkına, insanlara saygı duymazsın. Ama istemediğin bir şey olmayagörsün, hemen isyan bayrağını çekersin. "Biraz saygı" derken dişlerinde sırıtan saygısızlık budur işte...
Hükmedersin. Hükmetmek için yaratıldığını söylersin. Düşünme, idrak etme, yargılama yeteneklerini öne çıkarıp insan olmayan her şeyi hor görürsün. Ama insanlarla iletişim kurarken hayvanlardan daha düşüncesiz olursun. Yaptıklarının sadece ben merkezli sonuçlarını hesaplarsın. Empati kurmadan yaşarsın. Ama kalbin birisi için çarpınca birden değişirsin. Düşüncesizsin...
Kendinden başka kimseye tahammül edemezsin. Haklılığını ispat etmek için bağırırsın. Ama biri sana bağırdığında onu aklı selime davet edersin. Renk değiştirdiği için korkak diye yaftaladığın bukalemundan daha korkak olman bu yüzden. Sessizce arkandan yaklaştığı için sinsi olarak yaftaladığın yılandan daha sinsi olman da. Hem yüzsüzsün, hem ikiyüzlü...
Gaddarsın. Canisin. Hatta bunları zevk alarak yaparsın. Bazen öldürdüğün ufacık bir karıncadır, bazen vahşi bir aslan, bazen de bir insan. Belki beş, belki bir milyon insan; fark etmez. Çünkü gaddarlığını korkun besler, korkunu kibrin. Ne kadar kibirliysen o kadar gaddar olursun. Ve gaddarlığın getirdiği otoriteye hayran olursun. Çünkü sana dünyanın en güçlü ırkı olmak yetmez. En güçlü ırkın en güçlü yaratığı olmak istersin. Gücünle kibri, kibrinle korkuyu, korkunla gaddarlığı, gaddarlığınla gücü yaratır; sonsuz döngüde kan döker durursun...
Her şeyden önce insansın. Ama her şeyden önce değilsin. Bunu bilmeden yaşadığın zamanlar oldu elbette. Dünyadan korktuğun zamanlar. Bir öküze tanrılık verdiğin, helvadan yaptığın şekillere taptığın zamanlar. Sonra unuttun hepsini. Maddeye şekil verdikçe yaratıcılığın arttı, yarattıkça da küçüklüğünü unuttun. Her adımın büyümek içindi; ama ne var biliyor musun? Her adımda biraz daha geriye gittin. Beynin köreldi, kasların küçüldü, kılların döküldü. Maddeye şekil verdin ama, şekil verdiğin her şeyin de esiri oldun...
Hani kendini çok büyük sanıyorsun ya; değilsin işte. O geceleri bakıp küçük gördüğün yıldızlardan, kürkü için kafasını ezerek öldürdüğün su aslanından, sevgiline vermek için kopardığın papatyadan ve bazen ilaç kullanarak bile kurtulamadığın mikroskobik canlılardan daha küçüksün. Neden biliyor musun? Çünkü idrak etme yeteneğin var ama idrak edemiyorsun. Maalesef gözlerin mucit beyinlerin tutkulu ışıklarını yansıtıyor...
Ay değilsin, ayı bile olamayacaksın, biliyor musun?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder