22 Haziran 2013 Cumartesi

Köseleci Mahmut Efendi

2006. Bahar ayı. Marta giriyor muyuz çıkıyor muyuz tam hatırlamıyorum. Aklımdaki tek resim iki dönüm arazide kan kırmızı açmış gelincikler ve o gelinciklerin arasında hayata tutunan tek tük papatyalar. Bir de deli sıcak. Yazı bahardan yaşamaya başlamıştık. Ya da üzerimdeki üniforma fazla kalındı. 7 senede bu kadar çok unutayım, hayret doğrusu...

Dersler kötü. Sabah okulun yan binasındaki yurttan çıkıyorum, akşam geri giriyorum. Bazen okul kokusunu unuttuğum olurdu, o kadar ilgisizdim. Ödevler odamda birikmiş, hocalar kapımda dizilmiş, babam İstanbul'dan yola düzülmüş, ben sokaklarda aylak aylak dolaşıyorum. Nasıl bir ruh halidir, nasıl bir ergenliğin doruk noktasıdır artık, okula gitmemek için türlü mazeretler uyduruyorum. Bu mazeretleri arkadaşlarımın kafasına yerleştirip onların aklını da çeliyorum hatta. Tam kötü arkadaş profili anlayacağın...

Yine monoton okulsuz günlerimden birinde, okulun kapısından çıkıp kökeze* dadandım. Kahvaltı diye önümüze konan günlük niyetine bayat yumurta ve tarihi geçmiş küçük reçeller, ballar olunca pek iştahlı bir yiyici olduğum söylenemez. Mideyi suyla doldurup düştüm yollara. Sanki nereye gidiyorsam. Her zamanki gibi ya gidip internet kafeye oturacağım, ya da orada burada akşama kadar dolanacağım. Barok'a girip kitap bakacağım, parka gidip çay içeceğim, tavuk derisinden ibaret dönerden yiyeceğim, bir iki tanıdıkla görüşeceğim sonra punduna gelirse kavga edeceğim.

Gidip Cyber -ulan önemli hiçbir şeyi hatırlamam, internet kafenin adını hatırladım iyi mi- kafeye oturdum. İki Rome Total, iki CS derken sıkılıp çıktım. İzleyeceğim dizi de yok, yurtta kalırken bir şey takip edemiyorsun ki. Neyse, belediyeye doğru yürümeye başladım. Şimdilerde çok değişmiş Bolu, o zamanlar bildiğin tek, daracık bir caddeden ibaretti. Yürürken illa ki bir tanıdığa rastlardın. Gerçi ben o gün rastlamadım. Tanımadığıma rastlayıp tanıdık edindim.

"Yazık oldu köseleci Mahmut efendiye" diye bağırarak yanıma yaklaştı. Sağıma soluma baktım. Adamda iki karış sakal var. Üstü başı yırtık ama heybetli. Benim bıyıklarım daha yeni yeni terliyor. Korktum haliyle, hafifçe irkilip kenara çekildim. Yine bağırdı, "yazık oldu köseleci Mahmut efendiye". Geldi yanımda durdu.

-Selamunaleykim. Cıgaran var mı dayısı?
-Y.. Yok abi.
-Paran var mı dayısı?
-Öğrenciyim abi.
-Tokatlı mısın dayısı?
-N.. Nereden çıkardı abi?
-Gözünden. Ben adama baktım mıydı anlarım kimdir nerelidir dayısı.

15 yaşında, aklı bir karış havada, evinden uzak, okulla alakasız bir gençte yaratacağı etkiyi kestiremeyen Mahmut efendi... Kafasındaki Trabzonspor beresinin altından sızak pasaklı perçemi kırçıl Mahmut efendi. Kirden kapkara tırnakları sigaradan şişmiş, döküldü dökülecek Mahmut efendi. Zanaatkar, narin ellerini yıllar toprağa çevirmiş Mahmut efendi..!

Kenardaki çay ocağından iki çay söyleyip dizinden kısa tabureye oturttum Mahmut efendiyi. Sıcaktan yudumlayamadığım çayın bardağını elinden bırakmadan anlattı hayatını. O anlatmaya hasret, ben dinlemeye.

"Bize babadan geçmiş deri. Babam mont yapardı, ben ayakkap yaptım hep. Deri kokardı babacım. Evimiz deri kokardı. Annemin kapuskası bile deri kokardı. Vaktiyle belediye reisine ayakkap yapardım. O yürüdükçe gurur duyardım. Sonra sevdaya düştüm. Zaten adamın başına ne gelirse sevdadan gelir dayısı. Evlendik. Çoluk çocuğa karıştık. Allah rızkımızı bol verirdi o zamanlar. Gel gör ki dayısı, para çare olmuyor bazen. Bir kızım beşikte meleklere karıştı. Dayanamadı hanım, yorgana döşek hasta oldu. Sütü kesildi. Bir oğlum sütsüz kaldı diye öldü. Hanım verem oldu. Kızım anneme bakıcam diye merdivenden düştü, hanım onun vefatını duyunca kahrından öldü. Koca ev, tomar tomar para, bir sürü ölüm. Önce birikmişi yatırdım içkiye. Sonra ne var ne yoksa devlet el koydu. Bir babadan yadigar deri kokusu kaldı burnumda, bir de hanımdan yadigar bu hırka."

Gerçekliğini sorgulamadan sonuna kadar dinledim Mahmut efendiyi. Hala daha sorgulamam gerçi. Beni ilgilendirmez doğruluğu. Beni ilgilendiren, gözlerinde gördüğüm yaşanmışlık parıltısı.

Sonraları tek çıktığımda uğradım hep Mahmut efendiye. İnşaat inşaat gezerdi geceleri yatmaya. Kentleşmeye çalışan bir şehrin göbeğinde göçebe yaşayan 60'ında bir adam düşün... Sır gibi sakladım Mahmut efendiyi. Gecenin şu saatinde ruhunu şad etmek istemesem gene de saklardım...

Haziranda kurtarma sınavlarından da kalıp okul değiştireceğim kesinleşince, babam gelmeden bir gün önce bir daha aradım Mahmut efendiyi. Bulamadım. Sonradan öğrendim ki gece inşaat bekçisinden kaçarken ayağı takılıp düşmüş dördüncü kattan. Sahipsiz diye kadavra niyetine kullanmışlar önce, sonra da mezar taşı olmadan bir mezara gömmüşler...

Yazık oldu Mahmut efendiye... Allah rahmet eylesin...

*Kökez, Bolu'da çeşmelerden akan suya verilen isim.

Not: Mahmut efendinin hikayesini yazmaya bir roman gerekir. Öğlen namazından akşam namazına kadar anlattı o gün, burada kısaca yazdım. Her neyse, iyi geceler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder