18 Ağustos 2013 Pazar

Gezi'ye Gezi'ye Mısır'a

Benim de yazmak istediklerim var. Öyle gelişmeler oldu, öyle yalanlar söylendi, öyle riyakar insanlar türedi ki yorum yapmazsam çatlarım. Zaman ve internet eksikliğinden bol geçmiş zaman ekli genişçe bir yorum sizi bekliyor efendim.

Son birkaç yazım Gezi Parkı direnişiyle doluydu. Elimde olsa aynı şekilde yazmaya da devam ederim. Fakat olaylar malum. Direniş biraz daha büyürse hükümet eliyle yaratılan toplumsal kutuplaşma da büyüyecek. Allah korusun bu kutuplaşma çatışmaya dönüşecek.

Aslında bakıldığı zaman olayın kutuplaşmadan çatışmaya dönüşmesi için polis de, aklı hinliğe çalışan AKların da üstün çabaları oldu. Palalılar, sosyal medya fiştekçileri, yanlı medya mensupları gibi cani adamlarla direnişçiler kışkırtıldı. Bu kışkırtmalara kapılanların olduğunu inkar edemem. Ama şunun da bilinmesi lazım, aradan çabuk parlayanlar çıkarıldığında bu kişilerin çoğu zaten direnişi provoke edenlerdi. Neyse ki çatışmaya çeyrek kala eylemler bitti.

Tam olarak burada bir parantez açarak hükümetin eylemi bitiriş şeklindeki tehlikeli yanları ele almak istiyorum. Direniş başladığında Erdoğan yurtdışına çıktı biliyorsunuz. Bu kendi tabanına ve ilk zamanlarda olayı tam olarak kavrayamamış tarafsızlara yönelik bir hamleydi. Mesaj "bakın ben iş başındayım, orada bana karşı eylem yapanlar tamamen muhaliftir ve haklı hiçbir yanları yoktur. Çünkü haklı olsalar benim gibi hizmet aşığı biri illa ki haklarını verir" idi. Fakat tarafsızlar bu mesajı yutacak olsalar bile polisin müdahalesi çok sert olduğu için direnişe kaydılar. Böylece Erdoğan ülkeye döndüğünde büyük bir kargaşanın ortasında kalmış oldu. Aklına gelen ilk müsebbibi, "faiz lobisi ve dış güçleri" öne sürdü. Belki çok aceleyle hazırlanmış, belki de tamamen doğaçlama bir konuşma yaptı. Fakat faiz lobisini çok güzel yakalamış oldu. Bu da, tabii ki Yiğit Bulut gibi çok şey bilirmiş gibi görünen yanlıların da yardımıyla, ülkemizdeki her insanın aşina olduğu "biz çok büyürüz de dış güçler izin vermiyor" savunmasını doğurdu. Bu sırada çıkarılan ve yeraltı kaynaklarını dış ülkelere ve yabancı şirketlere peşkeş çeken yasadan bihaber AKP tabanı, böylece bir anda eylem karşıtı oluvermiş oldu.

Bundan sonraki adımlarsa daha psikolojik gelişti. Gezi Parkı halka açıldı. Eylemlerin merkezi Beşiktaş'a kaydı. Müdahalelerin sertliği sebebiyle bir cami revire döndürüldü ve asıl bomba orada patladı. "Benim türbanlı bacıma saldırdılar. Camilerin içinde içki içtiler" savunmasıyla AKP'li olmayan müslüman kesimi de yanlarına çektiler. Biliyorsunuz bahsettiği türbanlı bacısına saldırı görüntüleri bulunamadı. İçki içtiği söylenen gencin elinde kola taşıdığı ispatlandı. Hatta caminin içindeki bira şişesinin sonradan yerleştirildiği öğrenildi. Fakat bu sözleri çürütülene kadar direnişçiler "çapulcu ve ayyaşlar" olarak öylesine mimlenmişti ki, müslüman kesim yaptığı hatanın farkına varamadı ve hala varamıyor.

Öyle veya böyle, Gezi Parkı direnişi son buldu. Son buldu bulmasına da, hemen ardından Mısır'da darbe oldu. Böylece Gezi Parkı'nın ardındaki "güçler" kimilerine göre ispatlandı. Bir anda darbecilerle Gezi direnişçileri aynı kefeye girmiş oldu. Bu durum direnişçiler arasında yankı buldu. Kimi Mursi'nin kötü biri olduğunu savundu, kimiyse Mısır'da yapılanları hiç önemsemedi. Hatta küçümseyenler de oldu. Bu da bana her zaman düşündüğüm gibi ülke insanımızın empati kurmaktan ne kadar yoksun olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Benim direnişe destek vermem iki sebepten ötürüydü. Bir, orada gerçekten hukuksuz şekilde ağaçlar yıkılmaktaydı. Bunu daha önce HES projelerinde de görmüştüm ve bir kez daha ağaçların yıkılmasına göz yumamazdım. İki, polis insanlara inanılmaz sert müdahale ediyordu ve televizyonlar orayı güllük gülistanlık göstermeye devam ediyordu. Bir ülkede televizyonlar bir şeye sansür uyguluyorsa, orada hükümetin istemediği bir şeyler olmaktadır. Bunun bilincinde olduğum için ve insanlar orada ölesiye dayak yerken, yaralanırken ve hatta ölürken evde oturmayı kendime yediremediğim için direnişe destek verdim.

Bu sebeplerin ikincisi bugün Mısır için de geçerli. Belki Mursi kötü bir insandı. Belki hükümet Gezi direnişinde kendi halkına yaptığının karşısında durarak riyakarlık yapıyor. Belki Mısır'a destek verenler Gezi Parkı olaylarında ölenlere rahmet bile okumadılar. Belki olaylar abartılıyor, senelerdir Filistin'e verilmeyen destek Mısır'a veriliyor. Ama bu sebeplerin hiç birisi, orada insanların öldürüldüğü gerçeğini değiştirmiyor.

Gezi Parkı'na destek verenlerin içerisinde hümanist sebeplerle orada bulunanların sayısının yadsınamayacak kadar fazla olduğunun bilincindeyim. Umarım bu kesim şu anda Mısır'da ölenlere üzülmektedir. Çünkü ne var biliyor musunuz, Mısır'da yaşananlara kulaklarımızı tıkamak bizi o çok karşı çıktığımız, iki yüzlü ve yılan dediğimiz Tayyip Erdoğan'ın konumuna düşürür. Haklı davamızı haksız yapacak birkaç sebepten biri olur. Dili, dini, ırkı ne olursa olsun ölen insanlar için üzülmemek insanlığa sığmaz. Bırakın hükümetin onları koz olarak kullandığını. Bu gerçek aklınızın bir köşesinde dursun, hükümete prim vermeyin ama ölenler için de sesinizi yükseltin. Çünkü katliam ister Ermeni'ye, ister Rum'a, ister Çerkes'e, ister Nijeryalı'ya, ister Mısırlı'ya, kime yapılırsa yapılsın mide bulandırıcı ve insanlık dışı bir eylemdir.

Vaktinde Taksim sokaklarında gaz ortasında boğulurken, coplanırken ve göz altına alınırken empati bekleyen bizlerdik. Şimdi orada kurşunların ortasında empati bekleyenler için en azından üzülelim. Hükümet ve hükümete ruhunu satmışlar gibi insanlığımızı yitirmeyelim. AKP-Cemaat arasındaki ayrılıkları başka bir yazımda yorumlayacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder