Yokluğun hikaye olarak anlatıldığı, ama tüm dünyanın boğazına kadar fakirlik bataklığına saplandığı bir zamanda delikanlı oldun. Bomboş beynine her taraftan yanlı bilgiler aşıladılar. En büyük sorunun değersiz para olduğunu söylediklerinde inandın. Siteleşen mahallelerin, toplu konutların, plazaların getirdiği toplumsal ayrışmadan doğan gerçek sorunu göremez oldun. Git sor çocuk büyüklerine. Kuşak çatışması yaşanmayan günleri, misafire misafir gibi davranıldığı, yardıma ihtiyacı olana tüm komşuların, tanıdıkların yardım ettiği günleri sor. Çaya şeker yerine üzüm attıkları, ama kimsenin parasına puluna yan gözle bakmadıkları günleri sor.
Öylesine masalsı ki yokluk zamanları, şimdi yaşadığına yokluk demiyor insanlar. Gaz yağı almak için kuyruğa girdiğini anlatıyorlar da, maaş almak için saatlerce sıra beklediklerini söylemiyorlar. Söyle bana çocuk, paran varken ihtiyacını karşılamak için mi beklemeyi yeğlersin, ihtiyacını karşılamak için para çekmeyi beklemeyi mi?
Boş ver bunları. Bırak yokluk hikaye olarak anlatılsın. Yalnız dikkat et, günün birinde komşuluğu, yardımseverliği de hikaye olarak anlatacaksın. Kuşak çatışması yaşadığın çocuklarına, şanslıysan torunlarına eski komşularını camı bile açılmayan bir plazadaki evlerinde anlatacaksın. Sen dedeni ziyarete köye gittin, onlar seni ziyarete şehrin ücra köşelerine gelmeyecekler. Elinde bastonun, yüksek hızlı trene konserve vaziyetinde binip, tekleyen kalbini torunlarının ziyaretine gitmekle teskin ederek varacaksın bulutlara değen plazaya. Çürümüş ciğerine dolan parfüm, egzoz ve klima havası kokularıyla gideceksin torunlarına. Belki seni sevmeyen gelinine ve oğluna...
Ayrışmadık ayrışacağımız kadar. Daha yolumuz var. Ayrışmaya giden yol ne kadar rahatsa, ayrışmamaya giden yol o kadar meşakkatli. O yüzden geriye dönmüyorsun. Ardına kaçamak bir bakış bile atmıyorsun. Yardım isteyeni görmüyor, aman dileyeni umursamıyorsun...
Ah çocuk, inan ki derdimiz paranın değersiz olması değil. İnsanın değersiz olması...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder