Onurunu kaybedenlerin yaşamayı çok sevdiği günlerde, yaşamaktan nefret eden bir adam vardı. Alıç ağacının tepesinde öten iri gözlü, beyaz gerdanlı kara kargaların ötüşlerini dinlemekten hoşlanırdı. Sorsan onursuz yaşayamazdı. Nitekim onuruyla öldü zavallı.
Derin denizlerin ufukla birleştiği çizgide beliren her gemiyi heyecanla bekleyen bir çocuk vardı. Saatler boyunca yüz yıllık paslı bir iskele babasının üzerinde otururdu. Hep uzaklara giden babasını bekledi. Babası gelmedi. Zaten çocuk da büyüdü.
Eğitimin hatır gönül işine döndüğü bir okulda, torpili de torpilliyi de sevmeyen bir öğretmen vardı. Tek derdi elinden kitabı düşürmeyen, sorgulayan bir nesil yetiştirmekti. Ne haramda gözü oldu, ne de hak etmediği makamlarda. Öğretmenlik hayatı adı bile olmayan bir köyde son buldu.
Hayat böyle acımasız işte. Hayat umut edene, onurundan ve ideallerinden vazgeçmeyene bu kadar zor... Yüksekliğinden dem vurduğunuz ahlak anlayışınızın kaç para olduğunu sordunuz mu hiç kendinize? Sahi, kaç paraya satarsınız ahlakınızı? Hangi güzel bacaklara baştan çıkar da ahlaksız olursunuz? Senelerce yargıladığınız ahlaksızlara kaç saniye içinde dönüşebilirsiniz?
Küçükken umut eder insan. Meslek sahibiyken ideallerini korur. Ve en son, çoluğu çocuğu bırakınca kendini ve ölüm ayırınca yanından eşini, bir tek onuruyla kalır. Yukarıda kısa kısa anlattığım tek bir ömür aslında. Bu hayatı enine boyuna yaşamış ve ömrünün her evresinde ayrı bir tokat yemiş tek bir insanın yaşantısı. Ah sevgili dost, nasıl da ahlaklısın! Ne kadar da benziyorsun yukarıda anlatılan adama!
Bir gün teeee tepelerden bir yerden, para için, makam için, şan şöhret için bir teklif aldığında bu satırları hatırla. Ahlakının kaç para olduğunu sor kendine...
Bu da en büyük dostum kendime bir ültimatom olsun böylece...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder