Karlı günlerin şafağında hüzün bulutlarıyla çevrilmiş bir yürekle düştü katlinin peşine... Ayaklarının altında ezilen buz sesleri... Kulaklarını yalayan rüzgar uğultusu... Burnunu sızlatan ayaz kokusu...
Paltosuna gömülmüş yürürken duvar dibine sinmiş tüyleri buz kaplı kediden daha tedirgindi hayata karşı. Umudu da yoktu hayata dair. Zaten kısa ve sık adımlarla katline yürüyordu. Ve botlarının altında hışır hışır karlar eziliyordu.
Yapmadığı tercihleri yaptığı tercihlere tercih ederken bezini doldurmak için kapının arkasına giden çocuk kadar ürkek ve utangaçtı. Ve bu utangaçlığı göz ardı edecek kadar ergen. Üstelik ergen olmak için fazla yaşlıydı. Yaşlı olmak içinse fazla genç.
Kuzeye bakan tarafı kar tutmuş sokak direğine yaslandı. Yolun karşısında göremediği, kar topu oynayan insan sesleri vardı. Saçma sapan bir komedi filminin ortasında yaşanacağı belli olan utanç verici sahneyi görmekten sakınır gibi mutlu insanları görmekten sakındı. Bilinçsiz şekilde oradan oraya koşturan hamam böceği edasıyla sokakta biraz volta attı.
Yalnızlıktan kendi kendine mızmızlandı. Zaten mızmız olduğundan yalnızdı. Adını bilmediğiniz, bilmek de istemeyeceğiniz bir insandı. Köpek gözlerini takınıp yanından geçen altın saçlı kıza baktı. Altın saçlı köpek gözlerini takmadı. O an rüzgarda savrulan güzün son turuncu yaprağı gibi savrulmak, insanlar tarafından ezilip parçalanmak istedi. Evine gitti.
Sonra bir gün, öldü. Ölsündü. Kimse leşini bulmasındı. Bir daha böylesi doğmasındı. Zaten boş hüzünlerin amaçsız ve bir o kadar gereksiz insanıydı. Olmazsa olmasındı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder