Bütün motor seslerinin, asabi haykırışların ve gereksiz gürültünün kollarından ayrılışım evimin sokağına girmemle başlıyor. Hava ister soğuk ister sıcak olsun, akrep ister gündüzü ister geceyi göstersin, hep bir sükunet dolu bu sokak. Sağ tarafta uzunca bir duvar ve duvarın öte tarafında rüzgarla hışırdayan yapraklar. Sol tarafta paslanmış, boyanmış ve tekrar paslanmış tel çitler. Ardında üç katlı tekdüze evler. Büyükşehir diye nitelendirilen bir kentin merkezinde, üstelik dinamizmiyle ünlü öğrencilerin semtinde, ayak seslerimin yankısı kulaklarıma ulaştıkça içimde bir kıpırtı oluşuyor. Evet diyorum, işte benim istediğim, özlediğim, uğruna didindiğim hayatın ilk maddesi bu. Huzur.
Ardına gerek yok aslında. Manevi olarak kuvvetlendiğim kısa bir yürüyüşün ardı yine aceleci insanlar tarafından oluşturulmuş gündemlerin, politikaların, hak ihlallerinin ve kanunsuzlukların kucağı... Sansürlemek için can atılan sosyal medyanın, soyulmak için gün sayılan işçi ve memurun, hakkı yenmek için kanun yapılan öğrenci ve işsizin dramı...
En acısı da, bütün bunların göbeğinde, bütün bu haksızlıkları yapanların güç aldığı, denileni akıl süzgecinden geçirmeden absorbe eden insanların varlığı...
Senelerce çalıştıktan sonra sokağıma girdiğimde yine aynı huzuru yaşayacağımı ümit ediyorum. Evde bekleyen karım, okuldan dönen çocuklarım ve belki elimde eve götürdüğüm poşetlerim olacak. Ne yazık ki ümitlerim burada kesiliyor. Zira ne haksızlıklar bitecek, ne de fikir yoksunları...
Bir dala tutunayım derken o dalı elinde tutanlarla mücadele edeceğim belki de...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder