17 Mayıs 2014 Cumartesi

Kalıtsal Hastalık

Bu ülkede mide bulantısı kalıtsal bir hastalık adeta. Yorumlayabilen kesimde görülüyor. Uzun yol yolculuğunda görüldüğü haliyle değil hem de. Mide kasılmaları daha şiddetli. Sesini duyamadığımız genel bir öğürtü hali hüküm sürüyor. Burna doğru yükselen her gaz çürümüş yumurtadan daha pis kokuyor. İlaç kullanmak da kar etmiyor üstelik. Bir bela ki almış başını gidiyor.
Bu kalıtsal hastalığın kökenine inmemiz gerekiyor. Evet, hissedilen hastalık tamamen psikolojik. Sebebi  gıda zehirlenmesi değil, fikir zehirlenmesi. Ya da zehirli fikirlerin bilinçli bünyelere zerk edilmesi. Günaşırı sıklıkla...

Yüzlerce işçinin hayatına mal olan bir maden kazasının ertesindeyiz. Allah ölenlere rahmet, kalanlara sabır ihsan etsin. Kömür karası yüzleriyle analarının sütü gibi helal ekmek kazanırken ölüme yürüdüler. Yürütüldüler. Ölmediler, öldürüldüler. Katledildiler. Para hırsı ve adam kayırma yolunda ölüme terk edildiler. Arkalarında gözü yaşlı yüzlerce aile, yüreği yanık koca bir ülke bıraktılar. Bir de vurdumduymaz bir patron ve terbiyesiz vekiller...

Dört gün mantıklı bir açıklama beklemekle geçti. Kazayı duyduğum ilk an yazmak istedim ama bilgi kirliliği sebebiyle kendimi dizginledim. Ortada çok büyük bir yanlış vardı ve düzgün bir açıklama gerekliydi. Fakat kazanın başından bugüne kadar yapılan her açıklamanın içi boş. Neresinden tutsan elinde kalıyor. Herkes kendini kurtarma derdinde ve ölenlere büyük bir saygısızlık yapılıyor. Bittabi kalanlar da aptal yerine konuluyor.

Madende yaşam odaları var mıydı sorusu "vardı ama kullanılmıyordu" şeklinde canice bir yolla cevaplanıyor. Olay anında kaç kişi vardı sorusuna "vardiya değişimi nedeniyle kayıtı 787 kişi vardı" diye cevap bulunuyor. Madende kayıtsız işçi var mıydı, varsa gerçek rakam nedir, ölen sayısı az mı gösteriliyor sorularına ise doyurucu bir cevap almak mümkün değil. Geriye de en mide bulandırıcı soru kalıyor; madende kalanlar üzerlerine kül ve su dökülüp gömülüyor mu?

Bu soruya verilecek evet yanıtını geçtim, sorunun kendini sormak bile Hanibalizm olur. Ben şahsım olarak ölü sayısının doğru söylendiğine inanmasam da kayıt dışı çalışanların madenden kayıt dışı çıkarıldığını düşünüyorum. Fakat bu kadar büyük bir caniliği düşünemiyorum. Kalıtsal hastalığım olan mide bulantısı hemen vücudumdaki yerini alıp bana karşı direnişe geçiyor. Umarım bu soru da yalnızca bir komplo teorisidir. Yoksa gerçekten dünya üzerinde görülmüş en büyük insan düşmanlıkları arasında yerini alır.

Kalıtsal hastalığımın bir diğer sebebi de Türkiye Cumhuriyeti başbakanı tarafından gerçekleştirilen Soma ziyaretinde olanlar. Enerji bakanının açıklamalarını, Faruk Çelik'in dönüşlerini es geçiyorum. Bana göre onlar imamın arkasında saf tutmuş cemaat. İmamları genç bir çocuğu tartaklarken, arkasından "nereye kaçıyorsun lan İsrail dölü" derken kendilerini bir parça naif bile buluyorum. Sadece bakanlıklarını kurtarma derdindeler. Vasat siyasetçi davranışı. Bence bir sıkıntı yok. Fakat koskoca başbakanın bir çocuğa tokat/yumruk atmasının bir açıklaması da yok.

Bu konuyla alakalı iktidar kanadından yapılan tek açıklama Hüseyin Çelik'ten geldi. Ne dedi Çelik? "Öyle bir görüntü yok". Yani neymiş, iktidar vekilleri ve sempatizanları bu konuda da üç maymunu oynayacakmış. "Yumruk mu, ne yumruğu?" tavrıyla bunu da atlatacaklarına inanıyorlar. İşin aslı, atlatırlar. Atlatacaklar. Çünkü Türkiye'nin bozulmuş siyasi yapısı bir başbakanın halkı tokatlamasını çok önemli bir olay gibi göstermez. İşçiler yürümesin diye alınan önlemlerin yarısının işçiler ölmesin diye alınmaması da önemli bir olay değildir zaten. Önemli olan tek şey vekillerin çalışma saatleridir. Aldıkları maaştır. Elde ettikleri prestijdir.

1862 yılından verilen maden kazası örnekleriyle, 21. yüzyıl Avrupa'sında bir katliam gerçekleşti. Boş açıklamalar yapıldı. Şirket sahibi kodaman kendini kurtarmak için saatlerce konuştu, hiçbir soruya cevap vermedi. Enerji bakanı tonla açıklama yaptı, kimseyi tatmin edemedi. Başbakan kaza alanına gitti, yuhalanınca hakaret etti, yumruk attı. Hüseyin Çelik her zamanki gibi üç maymunu oynadı. Cumhurbaşkanı koltuğundan geldiğini düşündüğüm rehavetle pasif kaldı. Muhalefet cılız tonlarda muhalif açıklamalar yaptı... Bir sürü olay oldu şu 4 günde. Ama yüzlerce işçinin pisi pisine, göz göre göre öldüğü gerçeği değişmedi. Sorumluların cezalandırılması için tek bir adım dahi atılmadı. Yani Türkiye bir kez daha sınıfta kaldı.

Son sözüm de bu olayı siyasetin dışında tutun diyenlere. Özelleştirilmiş şirketleri denetlemesi gereken kurum devlettir. Halkının sağlığını ve kesesini düşünmesi gereken devlettir. Ülkesinin çevresel kirlilik oranını, cevher miktarını ve dolayısıyla bir madenden alınması gereken vergiyi belirleyen devlettir. Yapılan şikayetleri değerlendirmesi gereken devlettir. Bu kazadan sonra gerçeği gün yüzüne çıkarması gereken devlettir. Ölenlerin ve yaralı kurtarılanların haklarını koruması, ailelerine yardım etmesi gereken devlettir. İş ve işçi sağlığı hakkında gerekli düzenlemeleri yapması gereken devlettir. Devletin bu kadar görevi varken, ve kazanın gerçekleşmesinden önce bu görevlerinden bazılarını yerine getirmediği malumken, bu kazayı nasıl siyasetin dışında tutabiliriz? Ölen öldü, padişahım çok yaşa demek mümkün mü? Ülke olarak sorumluların bulunması için devletin baskı altına alınması gerekmektedir. Eğer devletin de yerine getirmediği sorumluluklar varsa gerekli bakanların, hatta biraz onuru varsa başbakanın istifa etmesi gerekmektedir.

Ama tabi bizde kadercilik olduğu için, "önce tedbir sonra tevekkül" sözünün bir anlamı olmuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder