26 Mayıs 2014 Pazartesi

Yine Kendime

Bu gece kandil. Pek kandile benzemeyen bir kandil. Aileden ayrıyken böyle özel günlerin tadını alamıyorsun. Bir bayram geçirdim yine böyle ailemden uzakta. O bayram da bayrama benzemeyen bir bayramdı. Sıradan bir gün gibi, sıradan saatler gibi geçip gidiyor özel günler. Bayramlar ve kandiller. Hatta katliamlar ve depremler. Her şey günlük yaşamın parçasıymış gibi geliyor. Kanal zaplar gibi göz ucuyla bakıp geçiyorsun aslında önemli olan olaylara. O an önemsiz geliyor. Gelmeli mi? Ne bileyim ben... Vicdan muhasebesi için saat geç değil mi?

İki tane fesleğen aldım. Amaç sivrisineklerden korunmak. Burada bahar geldiği gibi binaların önüne yeşil alan diye yaptıkları eğreti bahçelerin uzamış otlarını kesiyorlar. Ama ne öncesinde ne sonrasında ilaçlama yapıyorlar. Bizim köyde hasat zamanı vizikler çıkar. Vizik dediğim ufacık sinekler. Adamın burnuna kulağına dolup ısırır meretler. O yüzden hasat zamanı bizim oralarda herkes gerilla gibi ağzı burnu kapalı gezer. Ben de burada öyle gezsem mi? Sonra vay terörist diye taşlamasınlar? Neyse ki buranın sinekleri daha çok bataklık sinekleri gibi. Kocaman sivrisinekler. Kuyruklu kuyruklu. En azından geldiğini görüyorsun.

Behzat amirim un ufak edip unutamadı başına gelenleri. Kızının kızını öldürmesini, eski karısının delirmesini, kızını öldüren kızının hapse girmesini unutamadı. Vosvosuna atlayıp Ege'ye doğru yola çıktı ama ben hala unuttuğuna emin değilim. Unutamamak onun laneti. Benim lanetim ise unutmak. Unutulmak? Ona sonra geliriz. Unutmak daha önemli. Daha kronik. Mahallenin bakkalıyla ortak hastalığımız. Hatta caminin imamıyla. Belki hafta sonları pamuk şekeri yapan amcayla da. Önce unutuyorum. Sonra unuttuğumu unutuyorum. Birisi unuttuğumu unuttuğum meseleyi çarpık bir şekilde hatırlatınca, aslını unuttuğum meseleyi çarpık bir şekilde hatırlamış oluyorum. Böylece geçmişten aklımda kalan hiçbir şey benim ilk tahlil ettiğim gibi olmuyor. Günlük mü tutsam diye çok düşünürdüm önceleri. Bir hevesle de başlardım. Sonra günlük tutmayı da unuturdum. 

Televizyonun üzerinde ortasında kalp olan iki harflik tahta bir tren duruyor. Hemen sağında bir tarafı toprağa bir tarafı Allah'a bakan bir anten. Sol tarafında ilçe milli eğitim müdürü imzalı bir plaket. Televizyonun yanındaki koltukta nereden geldiğini hatırlamadığım bir peluş oyuncak gözüme bakıp gülüyor. Onun hemen önünde Tarık Akan peluş oyuncaktan daha içten gülüyor. Koltuğun yanındaki kapı açık. Tuvaletin önünde bir çift terlik duruyor. Terliğin üstünde elektrik anahtarları ve bir priz... TOKİ bu kadar çok sayıdaki eş düğmeyi kaç paradan alıyor acaba? Hep aynı boyalar. Tavanlar hep aynı. Odalar, tuvalet taşları ve musluklar. Kapitalizm hani çeşitlilik getirecekti? Aynı evlerde oturuyoruz. Tıpatıp aynı. Aynı marka ayakkabı giyiyor, aynı büyük marketten alışveriş yapıyoruz. Akşamları aynı dizileri izliyor, aynı marka çayı içiyoruz. Kapılarımız aynı. Hatta arabalarımız. Bütün şehirler bir örnek. Hepsinde aynı kaldırım taşları. Aynı binalar. Aynı takımı giyen aynı kafada idareciler. Aynı maaşa çalışan 10 milyon insan... Hani komünizmin tek tipçiliğine karşı özgürleştirme lafları? Senin anlayacağın Cihad, hepsi rafa kalktı.

Kendime son bir hatırlatma. Yaşayanları hatırla, ölenleri unutma.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder