17 Haziran 2014 Salı

Onu Görmek

Göremedi. Görmek istemişti halbuki. Aklının sınırlarını da aşmıştı. Bir Budist rahip gibi, Brahman gibi serbest kalmıştı tüm fikir dünyası. Dünyayı tüm çıplaklığıyla görebilirim sandı. Faik söylemişti. Ne söylemişti? "Onu görebilmek için mantığını zorlamalısın. Aklının sınırlarını aşmalısın. Hayal gücünün ötesine geçmelisin. Ancak o zaman onu görebilirsin.

Faik bilgiliydi. Ukalaydı. Kara kuru bir adamdı. Yazın güneş gören yerleri iyice esmerleşir, ona Hintli havası katardı. Bir Hint fakiri havası. Hint fakiri dedikleri Medine dilencisi gibi bir şey olmalıydı. Öyleyse Faik'e Hint fakiri demek yanlış olur. Faik dilenmez ki! Dilenmez ama çalışmaz da. Peki Faik parayı nereden bulur? Çalışmayan birinin günde iki paket Marlboro içmesi, üç günde bir Muammer ustanın teknesinde levreği rakıyla yutması mantıklı mı? Mantıklı tabi! En az Faik kadar mantıklı! O kara kuru, lise ikiden terk kepçe mantıklı konuşuyorsa dünyada her şey mantıklıdır. Vampirler, kurtadamlar, telepatlar bile mantıklıdır. Hatta otuz beş derecede yanan nemli Karamürsel havasında iki porsiyon fıstıklı baklava yemek de mantıklıdır. Mantık nedir ki zaten? Onu görebilmek için zorladığımız soyut varlık.

Onu göremedi. Çok istekliydi. Dedikodular aklına geldi. Ortalık onu gördüğünü iddia edenlerle doluydu. Yolun kenarındaki ilkokulun şişko öğretmeni bile gördüğünü söylüyordu. Ne söylüyordu? "Alt geçidin altında durmuş sigara içiyordum. Yol kalabalıktı. Tırlar vızır vızır geçiyor, rüzgarlarına tutulup ferahlıyordum. Birden aklıma o geldi. Nasıl bir şey olduğunu merak ettim. Sonra aniden bulutlar güneşi örttü. Hafif bir yaz meltemi yüzümü okşadı. Sigaram gözüme daha büyük göründü. Önümden hayallerimdeki kadın geçti. Okul müdürü koşa koşa maaşlara zam geldiğini haber verdi. Cebimde son model bir araba anahtarı belirdi. Evet, onu gördüm. Yaşadığım en güzel andı."

Tüm ahalinin gördüğü bir şeyi göremediği için kahroluyordu. Özel biri değildi ki! Herkes gibi onun da görmesi gerekirdi! Taşeron çalışan gemi temizlik işçisiydi. Kutu gibi bir evde yazın pencereyle serinler, kışın odunla ısınırdı. İş bitip parasını aldığı zaman İstanbul'a gider, geceyi Laleli'de bir Rus'un koynunda geçirirdi. Semtinde herkes tarafından tanınır, herkes tarafından alay edilirdi. Saftı. Hemen kanardı. Kanaatkardı. Kazandığı on paraya boyun eğer, daha rahat bir yaşamın hayalini kurmazdı. Rahmetli annesinden kalan çiçekleri sular, rahmetli babasından kalan köpeğe bakar, rahmetli karısının fotoğrafını seyrederek uykuya dalardı. Neden göremiyordu ki? Neden onu bir türlü göremiyordu.

"Bak Sait" demişti babası "bak oğlum, sakın başkasının hakkını yeme. Çocuklarını, karını üzme. Çalış, helal lokma ye. Harama göz dikme. Hak yoldan sapma." Bunları demişti ve üç gün sonra öte tarafa göçmüştü. Ardından da annesi. Her sabah suladığı gibi çiçekleri sulamış, bahçedeki sandalyede uyuyakalmış ve bir daha uyanamamıştı. En son da karısı... Antalya'ya annesini ziyarete giderken otobüs şarampole yuvarlanmıştı. Evet, bunların hepsi Sait'e çok ağır geldi. Allah biliyor ya canına kıymayı da denedi. Fakat sonra Faik çıkageldi. Onun hayalini önüne sundu. Sait de her şeyi bir kenara koyup unutmaya ve onu aramaya karar verdi.

Kararı kesindi kesin olmasına. Yola hasret gemi kadar da istekliydi. Ama göremedi. Kimsesiz Sait, temizlikçi Sait, herkesin hor görüp aşağıladığı, on paraya eşek gibi çalışan Sait, bir türlü göremedi nasıl bir şey olduğunu... Mutluluğun...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder